Kathar’ların İzinde Toulouse’dan Albi’ye
Kathar’ların İzinde Toulouse’dan Albi’ye
Türk Hava Yollarının haftanın üç günü İstanbul’dan direkt uçtuğu, Orta Pirene bölgesinin merkezi Toulouse şehri, çeşitli şehirlerine gitmeye aşina olduğum Fransa toprakları içinde, sebebini net açıklayamasam da uçağın her tekerleği yere değdiğinde beni en çok heyecanlandıran şehirdir.
Kimisi için, bölgede turlarımızda gezilen Airbus fabrikası heyecan verirken bazıları içinde benim gibi bölgenin ortaçağdaki engizisyon dönemi detayları heyecan vericidir.
Dinler tarihi konusundaki araştırmalarımı çeşitli tarikatlar ve öğretiler üzerine yaptığım incelemelerle zenginleştirmeye başladığımda karşıma ilk çıkan konulardan biri olan Katharizm’in merkezinin bu bölge olması da sanırım bu heyecanım konusunda önemli bir rol oynamakta.
Yunanca saf, temiz ve arınmış anlamına gelen “Katharos” kelimesinden ortaya çıkan adıyla Hristiyanlığa değişik bir bakış açısı getirmiş Katharizm’in 13. yüzyılda Toulouse’a yaklaşık bir saatlik mesafede, Albi bölgesinde ortaya çıktığını ve Batı Avrupa’yı oldukça etkileyen bir topluluk ve öğretiler bütünü olduğunu birçoğumuz muhtemelen duymamışızdır bile.
Kendilerini Hıristiyan olarak tanımlamalarına rağmen Hıristiyanlığın sapkın olarak kabul ettiği bu düşünce ve inanç sisteminin izini sürdüğümüzde ise çıkan yol haritası bizi bir hayli şaşırtır..
Hikayenin en başındaki temel taş, Zerdüşt adlı bir peygamberin görüşlerini nesiller boyu yansıtan, gelmiş geçmiş en önemli düalist din olan Zerdüştlüktür. Milattan önce 1500’lerde İran’da ortaya çıkan bu din, iyi tanrı Ahura Mazda ve kötü tanrı Ehrimen’in dünyayı yönettiğine inanır ve paralel inanç çizgisindeki Maniheizm akımına da öncü olur. Genel hatlarıyla iyi tanrının ruhumuzu, kötü tanrının ise bedenimizi yarattığına inanan ve insanın iyi ruhla kötü bedenin savaş alanı olduğunu savunan bu iki akım, Anadolu gelenekleri ile harmanlanınca Roma imparatorluğu içinde de oldukça yaygın bir yer bulur.
Roma imparatorluğunun milattan sonra 300 lerde büyük Konstantin tarafından yeniden birleştirildiğini biliriz. Bu süreçte Roma’da kendisine rakip olacak şekilde Batı Roma imparatorluğunu ilan eden Maxentius’a karşı aldığı zafer çok önemlidir. Bu zafer öncesi Konstantin fikirlerine çok önem verdiği kahinleri sayesinde rüyalarında gördüğü Hıristiyanlık sembollerinin ve özellikle savaşta kullandığı haç figürünün ordusuna zafer getirdiğine inanmıştır.
Bu savaş sonrası kendisine ihanet ettiğini düşünen Konstantin karısı ve çocuklarını elleriyle öldürmüştür.
Tarih boyunca yöneticiler tarafından baskı altında kontrolsüz alınmış kararların, insanlığın kaderini değiştirme konusunda çok mahir olduğunu biliriz. Konstantin’de, vicdanında bu cinayetlerin yükünden hiç bir zaman kurtulamamış ve hayatının geri kalanını bu acıyı hafifletip günahını affettirecek yolu arayarak geçirmiştir. Sonunda annesi Helena’nın sistematik yönlendirmesiyle pagan dinlerin affetmediği bu günahın Hıristiyan vaftiziyle silineceğine kendisini inandırmış ve tam taraftarlarını arttırdıkları ve Anadolu’da baskın olmaya başladıkları bir dönemde düalist akımın önünü kesen kararlar ile tek tanrılı din Hıristiyanlığın belki de bugünkü durumuna gelmesini sağlamıştır.
Konstantin’in yerini alan İmparator Julian döneminde kısa süre için Anadolu’da inançlar arası barış hüküm sürmüş olsa da sonraki İmparator, koyu Hıristiyan Theodos, Roma İmparatorluğunda Hıristiyanlığı resmi din ilan edip diğer bütün inançlara büyük zulüm uygulamıştır.
Bu zulüm döneminde Konstantinopolis’i terk etmek zorunda kalan düalist akımlar 10. yüzyıl da “Tanrının Sevgili Kulu” anlamına gelen Bogomil adıyla bir an da Bulgaristan’da ortaya çıkar. Zerdüştlüğün Anadolu’da yoğrulmuş devamı artık Balkanlardadır.
Bogomilizm akımının temsilcileri, çile çekmeyi ön plana çıkaran, boyunlarına astıkları kese benzeri torba içinde kendilerine verilen yardım ve sadakaları toplayan keşişlerdir. Bu keşişlerin kendilerine boyunlarına astıkları torbayı vurgulayacak şekilde, Türkçe torbadan türeyen “Torbeshi” isminin vermiş olmaları da oldukça ilginçtir. Bu sefer Kilisenin Bogomilizmi kabul etmeyip taraftarlarını sapkın ilan ederek yok etmeye çalışması için çok zaman geçmeyecektir.
İran’da doğup Anadolu’da şekillenen, Balkanlar’da olgunlaşıp Avrupanın içlerine dağılan düalist akım binlerce yıl süren yolculuğunda nihayet 1200’lerin başında Toulouse’a komşu Albi bölgesinde Kathar inancı olarak tekrar ortaya çıkar.
Kısa sürede Vatikan’ın ve mevcut Feodal yapının maddi ve manevi baskısından bunalmış olan halkı bir araya toplar.
Önemli fikir ayrılıkları içinde olsa da Hıristiyanlığı esas din olarak kabul eden Kathar inancı düalist özellikleri sayesinde o yüzyılda fakirlik ve savaşlar yüzünden artık sıkça sorulmaya başlayan “Neden kötülük ve acı vardır” sorusuna oldukça kolay cevap verebildiği için olsa gerek halk tarafından kısa zamanda sevilerek benimsenir.
Bildiğimiz üzere tek tanrılı dinler, tanrının insan iradesini özgür bırakıp iyi ve kötü arasında seçim yapmasına olanak bıraktığı prensibini benimser.
Kathar inancı ise bu inanç sitemine, her şeyi bilen Tanrı’nın zaten insanın iyi ya da kötüden hangisini seçeceğini yaratırken bilmesi gerektiğini, bunu bile bile neden kötüyü yarattığını sorgulayarak karşı çıkar. Kötünün tanrı tarafından yaratılmadığını ya da onun kontrolünde olmayan bağımsız bir güç olduğunu kabul eden Katharlar ise kendi inanç sistemlerinde düzen sorusuna net bir çözüm getiremezler. İki tane güç, iyi ve kötü varsa bunların arasındaki kuralları kim koymuştur?
1207 itibarı ile Vatikan’ın sapkın ilan ettiği bu tarikata karşı defalarca Haçlı seferleri düzenlenir.
Günümüzde hala gerek Hristiyanların gerek Müslümanların çok yoğun bir kötü gücün varlığına aslında düalist düalist bir kavram olan şeytana inancı oldukça ilginçtir, öyle ki insanlar kötüyle savaşmada iyi tanrının yardıma ihtiyacı olduğu fikrine bile ara ara kapılarak cihat ve haçlı seferlerini organize etmişlerdir.
Yaklaşık 40 yıl boyunca yapılan zulümler, 1243 yılında canlı kalan 500’e yakın Kathar’ın, bölgedeki en korunaklı kalelerden biri olan Montsegur’de sıkıştırılmasıyla son bulur. Yaklaşık 10.000 kişilik bir orduyla aylarca süren kuşatma, Kathar şövalyelerinin kendilerini ateşe atarak intihar etmesiyle biter ve Kathar’lar tarih sahnesinden silinir.
Ya da kendilerini oldukça iyi gizleyerek, gelecekte başka bir bölgede ortaya çıkacak şekilde inançlarına devam etmektedirler.
İşte bu hikayelerin ışığında Montsegur kalesine her tırmandığımda, yolda mutlaka durup gözlerimi kapatarak duvarlardaki taşlara dokunurum, belki bu esnada duyduğum çığlıklar ve ateşin sıcaklığıdır beni bu kadar heyecanlandıran.
Ya da çeşitli efsanelerde anlatıldığı gibi Tanrı ile İnsan arasındaki bağlantı aracı “Kutsal Kase” nin sırrının son anda da olsa bir kaç Kathar şövalyesi tarafından bu dağın içindeki gizli geçitlerden kaçırıldığına olan inancımdır.