25 AĞUSTOS 2015/ SAYI 1431 CUMHURİYET GAZETESİ PAZAR EKİ YAZAR AYLİN ÖNEY TAN Rota Dışı Gezginler Sibirya Turu Sonrası
Sınırdayız.
Rusyada son durak diye sesleniyor arkadaşlar. İsteksizce toparlanıp vagondan iniyorum.
Vaktimiz var. İstasyondan çıkıp yürümeye başlıyorum. Tuhaf bir yer burası, ne köy ne kasaba gibi… Dağınık birkaç ev, dışarıdan dükkân mı, resmi bina mı anlaşılamayan kopuk kopuk binalar. Bu garip yerleşim kafamdaki kopukluğa denk düşüyor.
Novosibirsk’ten yola çıktığımızdan beri bu yolculuğa neden çıktığımın cevabını bulmaya çalışıyorum. Rus şehirleri bana uzak, Sibirya’nın gururu Irkutsk bile ruhuma seslenmiyor. Bulunduğumuz son durak Naushki ise kopukluğun son noktası gibi… Kafamda uçuşan düşünceleri toparlamaya çalışırken Irkutsk istasyonunda duyduğum hikâye zihnimden çıkmıyor. Gruptan bir arkadaş eski bir anısını anlatıyor: “Çok yalnız bir anne-kız komşumuz vardı” diyor.. “Meğerse kimseleri olmadığı için tren garına gider, peronda gidenlere el sallarlar- mış. Onların bu hali bana çok dokunmuş- tu.” Anne kızın hüzünlü hikâyesi hafızam- dan hiç çıkmayacak gibi beynime yerleşiyor. Umutlarına, hayata tutunmaları- na hayran kalıyorum. Bir gün kendilerinin de gittiği hayalini kurduklarını düşünüyo- rum. Hayalleri gerçek olduğu zaman kalanlara el sallayacaklar. Birbirlerine bakıp gülümseyecekler, “Başardık işte gidiyoruz, bize de el sallayanlar var” diyecekler…
Tante Rosel tam da aynısını yapabilirdi diye aklıma düşüyor.. Onu trende gidenlere neşeyle el sallarken hayal edebiliyorum. Bir keresinde kente gelen sirkin bir vagonunu satın aldığını duymuştuk. Zırdeli! Stuttgard Garı’nın ruhsuzluğunu hatırlıyorum, acaba bizim çatlak Rosel biriktirdiği paketleri bile açılmamış sonsuz sayıdaki hediyelikleri trenle gelen gidenlere vermek için mi alıp duruyordu?
Tavana kadar açılmamış paketlerle yığılı çöp-salonunda şampanyalı çay saatimizi hatırlıyorum. Yarı sakat oğlu Peter o zaman yeni moda olan polaroid kamerayla sürekli fotoğraflarımızı çekiyor.. Kardeşim Sezin daha küçük, sessizce izliyor; Tante Rosa adıyla Türk edebiyat tarihine çizik atan bizim deli teyzemiz onu dehşete düşürmüş, hiç konuşmuyor.Endişeli bir ifadesi var. Yıllar sonra tanıyamadığı teyzesi Sevgi’nin romanlarını okuyacak.. Onu andırırcasına, su gibi akarcasına güzel yazacak. Onunla aşık atarcasına hayata karşı kulaç atacak, zorlukları adeta paratöner gibi üstüne çekecek. Canına kastedercesine tek kişilik ordu gibi hayata karşı savaş açacak, birden çok cephede mücadele verecek.. Acaba onun esrikliğinde o günün payı var mı, acaba yazı yazma yetisini ilkokula bile gitmeden yaşadığı bu tuhaf hayat tanıklıkla- rından mı aldı? Annem, ben ve Sezin’in polaroid fotoğrafı kimde duruyor, yoksa atıldı gitti mi… bilmiyorum. Bulanık anılar birbirine karışıyor. Hafızamdaki küçük Sezin’in endişe dolu yüzünde birden kızım Ulya’nın Büyükada’da pusetten geriye dönüp bakışını yakalıyorum.. ‘Orada mısınız, var mısınız, neredeyiz, nereye diye gidiyoruz’ ifadesi ile,-iyiyiz, beraberiz ya birşey olmaz’- arası bir bakış… Ürperiyo- rum.. İçimden -birşey olmaz, sen merak etme- diyorum…
Kafamda anılar dalgınlıkla bakımsız parka dalıyorum. Ağaçların ardındaki yolda çiçekli-çelenkli bir yürüyüş farkediyorum. Bir tören veya resmi geçit olmalı diye düşünürken birden arkası açık kamyonun arkasındaki tabutu farkediyorum. Tabut açık, elleri kavuşmuş yaşlı adamın yüzü görünüyor. Ağzı kilitli, morarmış dudakları gergin bir gülümsemeye hazır donmuş.. Cenazeyi uğurlamaya gelenlerin azlığı dikkatimi çekiyor. Arkada dik yürüyüşüyle arabadan ayrılmamaya çalışan ve gözlerini silen genç kadın kızı ya da torunu olmalı diye düşünüyorum.
Cenaze uzaklaşırken birden bakkalvari bir yer görüyorum. Heyecanla içeri dalıyo- rum. Raflar itiş tıkış yiyecek içecek dolu. Tezgahtaki kızlar üç beş gence birşeyler satmakla meşgul. Kasveti uzaklaştırmakta, yemek konusuna dönmekte yarar var. Heyecanla vitrinlerin resmini çekmeye başlıyorum. Renkli kâğıtlara sarılı gofretler çikolatalar, şekerler, konserveler, ucuz bisküviler, bol bol envai çeşit votka, buzdolabında sosisler, salamlar, kolbasa denilen sucuklar, derin dondurucuda Rus mantısı pelmeni paketleri.. Kurutulmuş, tütsülenmiş, salamuraya yatırılmış Baykal Gölü balıkları…
Buzdolabını kameramla adeta tararken kovadaki mumyalaşmış balıkla göz göze geliyorum. Bana tabuttaki adamı hatırlatı- yor. Fotoğraf çekmeyi bırakıp dışarı fırlıyorum.
Biraz ötedeki binada bir hareket var. Arabalar gelmiş. Cenaze alayından simalar dikkatimi çekiyor. Cenaze yemeği için gelmiş olmalılar. Heyecanlanıyorum. Rusya’nın ücra bir köşesinde geleneksel bir cenaze yemeğine tanık olmak kaç yemek yazarına nasip olabilir? Yavaşça pencereye yanaşıyorum. Sofra yemekhane sadeliğin- de. Konuşmuyorlar. Çukur tabaklardaki çorba mı, suluca bir yemek mi seçemiyo- rum. Hiç bizim deli dolu, gidenin arkasın- dan nüktelerin yapıldığı gürültülü cenaze yemeklerimize benzemiyor. İçeri girsem belki beni buyur ederler. Rus misafirperverliği dillere destandır ama içimden gelmiyor.
Kameramı bile kaldırıp pencereden içeri doğrultamıyorum. Hızla uzaklaşarak trene dönüyorum. Zihnime yer eden görüntü penceredeki sinek telinin ardından bulanık. Tıpkı yıllar öncesinin deli teyze anısı gibi. Rosel bize Stuttgart garında el sallıyor, görüntüsü giderek ufalıyor. Uzunca zaman ses çıkmadığında, Rosel’dan daha da çatlak oğlu Peter’ı aramıştık. Soğukça ‘Öldü o.’ demişti!… ‘Sie ist tot!’… işte bu kadar, haber bile vermemiş. Acaba cenaze yemeği nasıldı diye merak ediyorum.
Bana anlamsız gelen Naushki birden anlamını buluyor. Bu sınır yerleşimi veda ile ilgili, kendi sınırlarında gezinenlerle ilgili…
Trene el sallamak… İşte yapılması gereken bu!
Hayat bir tren ve geçip gittikçe ona el sallamayı bilmek gerek.
Trenimiz yola koyulduğunda geride kalanlara el sallıyorum: Yaşlı adama, Rosel’a ve son yirmi yılıma.. Votkadan bir fırt alıyorum. Tren kayıp gidiyor.
Gelecek güzel!
Vişnovka
Kederli anne-kız hikayesini dinlediğim İrkutsk’u en iyi anlatanların başında Çehov gelir. Çehov’un “Vişne Bahçesi” oyunu ise elden kayıp giden hayatla ilgilidir. Satılan aile mülkündeki vişne ağaçları kesilecektir ama kimse ailenin vişneli pay tarifini tam hatırlayamaz, son bir kez vişneleri toplayıp yapamaz. Mülk de gider, vişneler de.. Damakta son bir tat bile kalmaz..
1 kg. vişne
1 şişe votka
2-3 çorba kaşığı şeker
Vişneleri yıkayıp temiz bir mutfak bezi üstünde nemini alın. Saplarını ve çekirdeklerini ayıklamadan geniş bir turşu kavanozuna yerleştirin. Şekeri üstüne serpeleyin ve vişenelerin üsütünü geçene kadar votka ile doldurun. Votka artarsa için. İsterseniz biraz daha çok şeker koyabilirsiniz ama unutmayın likör değil vişneli votka yapıyorsunuz. Dilerse- niz bir limonun kabuğu, bir çubuk tarçın, birkaç yıldız anason veya birkaç adet acı badem gibi takviyeler yapabilirsiniz ama vişnenin kendi tadı tek başına yeter. Kavanozun ağzını sıkıca kapatın güneşli bir pencere içinde bir süre unutun. Kar yağdığında Sibirya’yı düşünerek ufak buzlu kadehlerde servis yapın, içine de bir tane sapıyla vişne sallandırın