Pena Sarayı
Sintraya gidilirse görülmeden dönülmemesi gereken yerlerin başında Pena Sarayı gelir. Saray rengârenk yapısı ve farklı mimarisi ile sanki masallar için yapılmış hissi verir.
Her ne kadar bazı kaynaklarda Pena isminin dağın zirvesinde bulunan büyük kayalara Portekizce verilen Penha isminden geldiği ya da Pena’nın günümüzdeki Portekizce anlamı olan kuş tüyünden geldiği söylense de baskın görüş farklıdır.
Pena kelimesini etimolojik anlamını daha iyi anlamak için 1401 yılında Fransa’da doğmuş Simon Vela’dan bahsetmek gerekir. Çok dindar bir genç olarak yetişen Simon 30’lu yaşlarda Meryem Ana’nın siluetini görüp kendisine söylediği Pena isimli dağı aramaya başlar. Bir kaç yıl sonra çeşitli tesadüflerle Salamanca civarında La Alberca kasabasında bulunan 1723 metrelik dağın tepesinde gene Meryem Ana’nın kendisini yönlendirmesiyle dağın tepesinde bir kaç kasabalıyla yaptıkları kazıda Meryem Ana’nın gömülü resmini bulurlar ve bu resimle birlikte birçok mucizeye şahit olurlar. Dominiken rahipler bu hikâyenin ardından 1435 yılında bu zirveye bir Meryem Ana kilisesi inşa ederler.
Bu hikâyenin kulaktan kulağa yayıldığı dönemde, şimdi Pena Sarayının bulunduğu bu tepede avlanan bir grup avcı da Pena’lı Meryem Ana’nın siluetinin gördüğünü iddia edince, dönemin popüler hikayesi sayesinde bu 500 metre rakımlı tepeye de Pena’lı Meryem Ana’ya ithafen küçük bir kilise yapılır.
1493 yılında Kral 2. John bu tepeye karısı Kraliçe Elenor ile bir hac ziyareti yapınca bölgenin dini popülerliği daha da artar. Kral 1. Manuel 1503 yılında kilisenin yanına bir de manastır eklenmesini sağlarlar. Yüzyıllar boyu Pena Manastırı çok sakin, sadece meditasyon yapılan bir manastır olarak kalır ve bu süre içinde ortalama 20 rahipten fazlası yaşamaz.
Manastır 18. Yüzyılda önce yıldırım çarpması sonra da büyük Lizbon depremi yüzünden büyük bir yıkıma uğrar. Uzun yıllar terk edilmiş bir halde kalan harabe 1838 yılında Kral 2. Ferdinand’ın kraliyet ailesinin yazlık sarayı olması için yeniden yaptırılması kararıyla yeniden doğar. İnşaatın sorumluluğu Ren nehri kıyısındaki şatoları ve kaleleri çok iyi incelemiş Alman bir mimara verilir. 1842 ile 1854 yılları arasındaki inşaat sırasında Moors kalesi ve bölgedeki diğer binalar da yenilenir. Günümüzde bir çok uzman Pena Sarayı’nı Almanya’daki Neuschwanstein Şatosuna benzetirler. 2. Ferdinand’ın ölümünden sonra ikinci eşi Elisa Hensler sarayı Kral Luis’e satar ve 1889 yılında Portekiz devleti tarafından satın alınana kadar kraliyet ailesi tarafından yazlık saray olarak kullanılmaya devam eder. 1910 yılında yapılan Cumhuriyetçi devrim sonrası sürgüne giderken Kraliçe Amelia’nın ülkedeki son gecesini geçirdiği bu saray ardından müzeye çevrilir.
Kraliyet ailesinden en son prenses Amelie’nin 1910 yılında yapılan Cumhuriyetçi devrim sonrası sürgüne gönderilirken ülkedeki son gecesini geçirdiği Pena sarayı bir daha asla bir Kral ya da Kraliçeyi konuk edemiyor. Mahzun Prenses hayata gözlerini 1951 yılında Fransa’da yumar Portekiz’e son ziyareti 1945 yılında olur ama Pena sarayında konaklama şansı olmaz.
Zaten saray da artık yorgundur, geçen yıllarda dış cephe renklerini tamamen kaybetmiş ve neredeyse tamamen gri renge dönmüştür.
1990’lara gelindiğinde devletin aldığı ani bir kararla dış cephe orijinal renklerine boyanır ve bir anda saray turistlerin ilgi odağı durumuna gelir. 1995 yılında Unesco dünya mirası listesine alınır.
Pena sarayına giriş şayet parkla birlikte sarayın içini de gezmek isterseniz 11,5 Euro, ayrıca yukarı bir kaç dakika süren servisle çıkmak isterseniz, ki benim gibi kilolular için yol ilk 10 dakikadan sonra ciddi eziyete dönüşüyor o da 3 Euro.
Saraya ulaşmak için müthiş bir parktan geçiyorsunuz, aslında orman demek daha doğru olur. 1842 ile 1854 yıllarında binalar yenilenirken sarayın çevresinde 200 hektarlık bir alan ormanlaştırılıyor. Kuzey Amerika Sekoyasından, Manolya’ya, Çin Gingkosundan Avustralya ve Yeni Zelanda ağaçlarına kadar birçok ağaç ekiliyor.
Yapıya ulaştığınızda binayı ve etrafı en iyi Kraliçe Terasından gözlemleyebilirsiniz. Pena Sarayı tüm Sintraya hâkimdir, hatta açık havalarda okyanustan Lizbon’un bir kısmına kadar görebilmeniz de mümkündür.
Binanın saat kulesi oldukça heybetlidir, ayrıca ana pencerenin altındaki dünyanın yaratılışını tasvir eden triton en önemli mimari unsurlardan biridir. Zeus’un kardeşi Poseidon’un oğlu belden yukarısı insan belden aşağısı balık tanrı Triton adeta ana pencereyi taşımakta olan bir diğer etkileyici figürdür ve renkler hariç binadan en fazla akılda kalan şeydir. Terasta bir güneş saati ve her gün güneşin batışından sonra otomatik ateşlenen bir top bulunmaktadır. Masalsı atmosfer sarayın içinde de devam eder, birbirinden bağımsız odalar, salonlar, mutfaklar ve kilerler, her şey sanki yaşam devam ediyormuş gibi muhafaza edilmiştir. Adeta Alis Harikalar diyarında filminin sarayını çağrıştıran bu sarayda size ilginç gelecek bir diğer detay da yatakların küçüklüğü olacak. Tüm yataklar sanki çocuk yatağıymış gibi küçücüktür.
Sarayın içinde bir diğer ilgi çekici detay da başları kavuklu Magriplilerin heykellerinin taşıdığı büyük avizelerdir.
Bir saatten biraz fazla sürecek bu ziyaret sonrası gerçekten kendinizi Alis Harikalar diyarı filminden çıkmış gibi hissederek saraydan ayrılacaksınız.
Portekiz ile ilgili diğer yazılar için tıklayınız
Yakınlarda gerçekleşecek Portekiz Turumuz için tıklayınız