Meksika’da Bakır Kanyondan Ölü Geline
2001 yılında, lise sonda iken izleyip oldukça etkilendiğim “Amores Perros (Paramparça Aşklar ve Köpekler ) filminde, ortak paydası bir trafik kazası olan 3 farklı hikayenin buluştuğu, Tokyo ve Seul’den sonra dünyanın en büyük üçüncü metropolitan alanı, 22 milyon kişinin yaşadığı başkent Meksiko, her gittiğimde bana kendimi bu filmin içindeymişim gibi hissettirir. Meksiko şehri ülkeye ilk defa gelip, sağda solda geniş şapkaların altında uyuklayan şişman erkekleri göreceklerini düşünenleri oldukça şaşırtacak, kalabalık, düzensiz sokakları, seyyar satıcılarıyla, adeta boğazı olmayan bir İstanbul gibidir. Hatta İstanbul daki Metrobüs sisteminin Meksiko’dan devşirildiğini öğrenince ziyaretçiler çok şaşırır.
Bir kez daha Meksiko Benito Juarez havalimanında grubumla Air France kontuarında kayıt işlemleri için beklerken, başarılı geçmiş bir turun tatlı yorgunluğu ile kendimi bir an evvel uçağa atmak için sabırsızlanıyordum.
Personelin kırık İngilizceleri ile sohbet ede ede işlem yapmalarını izlemek hep çok eğlenceli gelmiştir bana, zaten Meksikalılar tipik Latin Amerika insanı olduğu için, çok cana yakındır ama oldukça da ağır çalışır…
Son misafir geçene kadar bekleyip pasaportumu uzatıp alışıldık klavye hareketlerini izledikten sonra, gözlüklerini takıp tekrar ekrana bakan tombul yanaklı, koyu tenli, yağlı saçlarını inek yalamış gibi sağa doğru taramış görevlinin endişeli bir sesle yöneticisini çağırmasından bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamakta zorluk çekmedim…
Biletim muhtemelen gruptan önce kesildiği için rezervasyonum grupla birlikte değildi ve ben grubun ortak biletini kontrol etmiş ama kendi biletimi kontrol etmeyi savsaklamıştım…
Günün şoku:, benim biletimin üzerindeki tarih tam 1 ay sonrasınaydı…
Uzun pazarlıklar sonrası, İstanbul’da ki firmanın ve İstanbul Air France yetkililerinin de devreye girmesiyle bütün uçakların dolu olduğu bu en yoğun sezonda 4 gece sonrasına ancak yer bulunabilmiş, grup gitmiş, bense arkalarından el sallayarak havalimanında valizimle öylece kalakalmıştım…
Bu hava kirliliğinin had safhada olduğu kalabalık ve nemli şehirde bir otele kapanmak en son isteyeceğim şeydi… Kısa bir duraklama ardından valizimden bir kaç temiz eşyayı sırt çantama aktarıp hemen emanet dolaplarının bulunduğu bölüme seğirttim ve valizimden kurtuldum…
Gençliğimde atletizm yaptığım dönemde, Bulgar göçmeni oldukça bilgili bir antrönörüm olmuştu… bizi çalıştırırken pist üzerinde sıkça çıplak ayakla koşturur ve sürekli Tarahumara’lar gibi olun, onlar gibi yere dengeli basın derdi…o yaşlarda bu bilmediğim kelime sadece muhtemel bir çizgi film kahramanını çağrıştırırdı ama zamanla Meksika ile yakın ilişkim başladıkça bu garip ismin Meksika’nın kuzey batısında ki Bakır Kanyon’da yaşayan bir kabilenin ismi olduğunu öğrenmiştim. Bu kabilenin üyeleri dağları, kayalıkları çıplak ayakla ya da parmak arası benzeri terliklerle keçi ve katırlardan daha hızlı koşmalarıyla ünlüydüler. Hatta şehir efsaneleri onların katırların 10 saatte geçtiği yolu nasıl koşarak 1 saatte gittiğini dilden dile anlatıyordu.
Daha önce merak ettiğim bu konuyla ilgili bilgi aldığım acentacı dostlarım, herkesin bildiği Colorado Kanyonunun tam 4 katı büyüklükte olmasına rağmen turistik olarak pek bilinmeyen Bakır Kanyonu görebilmenin en iyi yolu olarak, Pasifik kıyısındaki Los Mochis kentinden hareketle 86 tünel ve 37 köprüyü, ortalama 2000 metre rakımla geçen, bu kanyonu muhteşem açılardan görme fırsatı verdikten sonra yolculuğunu Chihuahua şehrinde tamamlayan El Chepe isimli trenden bahsetmişlerdi.
20 dakika sonra elimdeki uçak biletiyle çocuklar gibi şendim.
Bekle beni Bakır Kanyon!
Gece geç saatte vardığım Los Mochis’te hiç riske girmeden kendimi orta sınıfta iyi kabul edilen bir zincir otele atıp sabah da geç bir kahvaltıyla şımardıktan sonra keşfe başladım.
İlk işim ertesi sabahki trene biletimi almak üzere istasyona gitmek oldu. Tren ile ilgili havalimanında beklerken yaptığım araştırmada trenin haftanın 4 günü bu yolculuğu sadece 1. Sınıf, kalan 3 gün ise hem 1. Sınıf hem 2. Sınıf vagonlarla yaptığını öğrenmiştim. Benim bineceğim gün sadece 1. Sınıf olacaktı bu yüzden bilet yaklaşık 170 dolar tuttu, günlerim uysaydı 2. Sınıf bilet ile aynı yolu biraz daha az bakımlı vagonlarda neredeyse yarı fiyatına yapabilecektim. Bilet işlemleri sonrası hemen sehri keşfe koyuldum.
Los Mochis pasifik kıyısına yakın olmasına rağmen merkezi deniz kenarında olmayan bir şehir. Meksiko City’nin karmaşasından sonra minik havalimanı ve Anadolu taşrasındaki herhangi bir kasabadaymışsınız hissi veren tren garı ile sizi hayatın burada daha yavaş aktığına inandırabilecek sakinlikte. Ben bile sokakları meşhur geniş şapkanın altındaki uyuklayan şişman Meksikalıyı görme umudu ile arşınladım. Şehirde dışı bembeyaz, içi oldukça klasik, İsa’nın Kutsal Kalbi anlamına gelen “Iglesia Sagrado Corazon De Jesus” kilisesi, bir kaç park ve şehri tepeden gören, kucağında çocuk İsa’yı tutan devasa Bakire Meryem heykelinin bulunduğu tepe dışında görülecek bir şey yok. Şehirde yollarda tek tük de olsa turiste rastlayabilmenizin en önemli sebebi benimde ertesi sabah bineceğim sabah 06:00’da hareketle Bakır Kanyon’dan geçerek Chihuahua gidecek El Chepe isimli trendi.
Geç kalırım ya da kaçırırım kaygısıyla geçirdiğim huzursuz bir geceden sonra sabah 05:30 da istasyondaydım ve meşhur El Chepe, tam karşımdaydı…Bizim eski mavi trenleri andırıyordu ilk bakışta. Kırmızı bir lokomotifin tüm gün boyunca arkasında sürükleyeceği biri restoran olmak üzere toplam 5 vagon ve tahmin ettiğimden çok daha az insan vardı. Silindir biçimindeki kepileri ile tertemiz giyimli servis personelinin ve özellikle güvenlik görevlilerinin çokluğu dikkat çekiciydi.
Chihuahua yönündeki seyahatlerde sağ taraftaki koltukların en güzel manzarayı gördüğünü bildiğimden biletimi buna göre almıştım. Yerime geçip trenin kalkmasını beklerken rahat ve geniş koltuklarda ayaklarımı uzatıp kısa bir şekerleme yapma fırsatı buldum.
Tren yaklaşık 15 dakikalık bir rötar sonrası oflaya poflaya hareket ettiğinde ray kalitesinin düşük olması ve bizim eski Haydarpaşa Pendik hattındaki tanıdık sarsıntıyı hissetmem gün içinde daha fazla uyuyamayacağımın habercisiydi adeta.
Sayamadığım kadar çok viyadük demir köprü tünel ve uçurumdan geçerek yavaş yavaş dağlara doğru tırmanıyorduk. Muhteşem manzaralar yol boyunca bize eşlik ediyor, bazen köylerin bulunduğu istasyonlarda duruyor yaklaşık 15-20 dakika boyunca yolcular inip binerken turistlere tahtadan yapılmış heykelcikler, incik, boncuk ya da yiyecek bir şeyler satmaya çalışan seyyar satıcıların tezgahlarına bakma fırsatımız oluyordu. Gün içinde manzaralardan sıkıldığınız anlarda trenin içinde bulunan hediyelik eşya dükkanından bir tane El Chepe tişortu alıp hemen yanında bulunan restoran vagonunda uygun fiyata yemek yeme şansınız var benim yaptığım gibi.
Maalesef hiç Tarahumara koşucusu göremedim ama bu seyahat yaptığım tren yolculukları içinde her zaman özel yerini koruyacak.
Öngörülenden yaklaşık 1,5 saat sonra Chihuahua’ya vardığımızda kendimi yakın bir otelin sert yatağına attım ama uyumak mümkün olmadı hala sallanıyor gibiydim…
Sabah kalktığımda bu şehrin en ünlü efsanesi olan Pascualita’yı görmek üzere yola koyuldum.
Küçük Pascuala efsanesi 1930 yılı Ocak ayında başlıyor. Küçük dükkanlarında gelinlik dikerek yaşayan Pascuala Esparza ve eşinin biricik kızı, zehirli bir örümcek tarafından ısırılıp öldükten sonra yaşlı çift günlerce bu acıyla kendilerine gelemez….Ta ki 25 Mart 1930’da dükkanlarının vitrinine kızlarına çok benzeyen mumyadan, üzerinde gelinlik olan bir manken koyana kadar. Sonrası malum, kulaktan kulağa aslında bu mankenin kızlarının mumyalanmış vücudu olduğu söylentisi yayılır durur günümüze kadar. Gerçekten bugün “La Popular” adını taşıyan hala gelinlik ve abiye elbiseler satan Victoria caddesi üzerindeki dükkanda bu 85 yıllık mumya mankeni hala görmek mümkün, yüzündeki ve ellerindeki detayları yakından görmek gerçekten çok ürkütücü geldi bana, bir an kendimi efsanenin gerçekliğini sorgularken buldum…
Bu mağazanın hemen paralel sokağında bulunan Bu 850 bin kişilik şehrin ünlü Katedrali’ni gezdikten sonra günümün kalanını Meksika Devrim tarihi müzesinde tamamlayıp çok uzun sürecek geri dönüş yolculuğum için havalimanına geçtim.
Bir çoğumuz için kabusa dönüşebilecek hatalı kesilmiş bir bilet bana ne kadar da çok şey kazandırmıştı…