Beyaz Gecelerin Prensesi Saint Petersburg
Rusya’yı gezerken sizi hem mimari güzelliği hem de tarihi ile en çok etkileyecek şehir Saint Petersburg olacaktır. Neva Nehrinin kanalları boyunca yapılmış neo klasik saraylar, müthiş bir simetriyle planlanmıştır ve açık mavi den parlak pembe ya da pastel sarıya değişen renkleriyle göz alıcıdır. Şehir onu gezdiğiniz her an gerçekten ne kadar özenle planlandığını size hissettirir.
1917 yılında Lenin başkenti Moskova’ya taşıyınca burası sanatsal ve kültürel olarak önemli bir konuma gelmiştir. Günümüzde Moskova ülkenin ticari başkenti Saint Petersburg ise sanat başkenti olarak kabul edilir.
36 önemli tarihi binası ve 4000’den fazla heykeli ile Unesco dünya mirası listesindedir.
Şehirde 306 müze 2000 civarı kütüphane ve 80 tiyatro 62 tane sinema bulunmaktadır.
1917 devriminin başlangıç noktası Çar’ın kışlık sarayı içinde yer alan Hermitage müzesi ve içindeki 11 salonda sergilenen 3,5 milyona yakın sanat eseridir dünyadaki eşsiz müzelerden biridir.
İstanbul’un kardeş şehirlerinden biri olan Saint Petersburg’un varlığını 1682 yılında tahta geçen 1. Petro’ya borçluyuz. Avrupa’da bazı tarihçilerin Büyük Petro olarak tanımladığı, bizde ise çoğunlukla Deli Petro olarak bilinen Çar 1. Petro, dönemine göre oldukça aydın fikirlere sahiptir.
Tahta geçtikten sonraki ilk yıllarda kardeşleri ile olan iktidar çekişmelerini çözer ve ardından 1697 yılında 270 kişilik bir ekiple Hollanda ve Almanya’yı ziyarete gider. Buralarda detaylı araştırmalar yapar hatta tersanelerde bir işçi gibi çalışıp, binaları ve yaşamı inceler.
Petro ülkesine döndükten sonra büyük reformlar yapmaya soyunacaktır. Rusya ilk düzenli orduyu ve donanmayı onun sayesinde kurmuştur. İktidarının ilk yıllarından itibaren ekonomik olarak çok zayıf ülkesinde ciddi bir sanayileşme süreci başlatır. Eğitimi laikleştirip birçok kitabı Rusça ‘ya çevirtir. Rus takvimi gene onun döneminde Avrupa takvimiyle uyumlu hale gelmiştir.
Petro, 1703 yılında ülkesinin Avrupa’ya açılan bir kapı olması amacıyla Neva nehrinin Finlandiya körfezine açılan deltasında bir şehir tasarlatır. Bu şehir, kendi ismi de olan, Hıristiyanlık için en önemli Aziz, İsa’nın kiliseyi emanet ettiği, cennetin anahtarını elinde tutan havari Pierre’ in adını taşıyacaktır.
Finlandiya körfezinin kıyısına kurulan bu şehir sayesinde Rusya bir kara ülkesi olmaktan kurtulacak ve denizlere açılacaktır. Saint Petersburg ülke tarihinin değişiminde de hep önemli bir rol oynayacak ve tüm devrimlerle savaşlarda adı geçecektir.
Şehrin kuruluşunda önce Neva nehrinin bataklık olan deltası Amsterdam’da ki gibi kazıklar ve direkler çakılarak bir temel oluşturulur, sonrasında inşaatlar başlar.
İnşaat sırasında özellikle İsveçli savaş esirleri kullanılmış, kötü şartlar ve soğuk yüzünden on binlerce insan ölmüştür.
Sankt Petersburg Rus Çarlığının alışıldık ahşap mimarisinden kurtulduğu ve inşaatlarda taş kullanılan ilk şehirdir. Bu şehrin kuruluşunu hızlandırabilmek adına Petro ülkede taş kullanımı yasaklanmış tüm taşları ve taş ustalarını bu bölgeye getirtmiştir.
Şehre yapılan ilk yapı güvenliğin de acilen sağlanması amacıyla Peter ve Paul kalesidir.
Şehirde birçok Avrupa ülkesinden mimarlar ve heykeltıraşlar getirilmiştir ancak şehirdeki binaların tasarlanmasında İtalyan asıllı İsviçreli Domenico Trezzini’nin payı büyüktür.
Petro öldüğü 1725 yılına kadar bu şehre inanılmaz bir yatırım yapmıştır. Petro’nun ölümü sonrası şehirde imar devam etmiştir. Yapımına 1818 yılında başlanan ve 1858 yılında açılan Aziz İzak Rus Ortodoks Katedrali, dünyanın en büyük Rus Ortodoks Katedralidir. Şehir 42 ada üzerine kurulmuştur. 55 kanal ve 500 civarı köprü ile Kuzeyin Venedik’i lakabını taşımaktadır.
Petro Almanya’da bulunduğu sürede bu ülkenin medeniyetinden o kadar çok etkilenmiştir ki yeni kurduğu şehire ismini verirken de Aziz Pierre’in Almancası olan Sankt Peter’i kullanır. Hatta sonuna Almanca Kale anlamına gelen Burg ekini koyar.
Şehrin adı, 1. Dünya savaşı sırasında, Almanya ile olan savaş durumu da göz önüne alınarak 1914 yılında Almancadan Rusça ‘ya çevrilmiş ve Petrograd olarak anılmaya başlamıştır. 1917 yılı devrimi sonrası Bolşevikler başkenti Moskova’ya taşımışlar. 1924 yılında Lenin’in ölümünün 3 gün sonrasında da şehir Leningrad olarak adlandırılır. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılıp yerini Bağımsız Devletler Topluluğuna bırakınca Boris Yeltsin yönetimi şehrin adını tekrar ilk ismi olan Sankt Petersburg olarak değiştirmiştir.
Rusya hakkında diğer yazılar için tıklayınız
Yazar: Serdar Nazım KÖLÜRBAŞI