Almanya’dan Rusya’ya Kesişen Hayatlar
Rusya turlarımda, özellikle Moskova’yı gezerken, tarih ve onun gizli kalmış detaylarını bulma konusunda usta olan Sunay Akın’dan dinlediğim hazin bir hikâye sıkça aklıma gelir. Almanya Brandenburg şehrinde doğan Ludwig Karl Friedrich Detroit’in 1827 yılında başlayan bu hüzünlü hikâyesini ne zaman yolcularımla paylaşsam gözlerimden bir kaç damla yaş süzülür.
Karl müzisyen bir babayla memur bir annenin büyük aşkının meyvesidir. Ancak büyük bir ihtirasla başlayan bu aşk Karl’n doğumuyla birlikte tam bir kâbusa dönmüştür.
Kadının kıskançlıkları, aralarındaki güç savaşı, büyülü aşkı aile içi bir şiddet filmine çevirmiştir. Çiftin arkadaşları, komşular, herkes endişelidir. Kadın bir gün evi yakmaya kalkışınca artık daha fazla dayanamazlar ve durum polise bildirilir.
İşlemler acımasız ama bir o kadar da hızlıdır. Hiç bir şeyden haberi olmayan masum Karl bebek denecek bir yaşta kendisini yetimhanede bulur.
Nasıl bir trajedidir ki, Karl’ın anne ve babası hayatta olmasına rağmen annesi ve babası olmayan çocuklarla yetimhanede aynı kaderi paylaşmaktadır.
Karl yetimhanede başladığı okul hayatında daha ilk günden sivrilmeye başlamıştır. Derslerinde akranlarının çok önündedir. Ancak devletin iyiliğini hesaplayarak onu yerleştirdiği yetimhanede yıllar çok da toz pembe geçmemektedir. Gerek yetimhane yetkililerinin, gerekse ondan büyük çocukların kötü davranışları onu çaresizlik içinde çıkış aramaya iter. Ve 12 yaşına geldiğinde Karl bir gece yatakhanenin camından atlayarak kaçar. Günlerce yürüyerek Hamburg limanına ulaşır.
Fikirleri ve davranışları zaten 12 yaşındaki bir çocuktan çok daha olgun olduğundan bir yük gemisinde miço olarak iş bulması da çok zor olmaz. Yeni işiyle birlikte aylarca Avrupa’nın bütün limanlarını dolaşacaktır.
Aradan 5 ya da 6 ay geçer gemisi Tanca limanından Rusya götürülmek üzere bir yük almıştır. Önünde uzun bir yol ve bu yolun üstünde çok merak ettiği Osmanlı toprakları vardır. Adını hep dıyup hayallerini kurduğu Konstantinopolis ile ilgili düşler kurmaktadır artık geceleri en alt güvertedeki yatakhanede Konstantinopolis hayalleri kurmaktadır.
Gemi salınarak Çanakkale boğazından geçer, Marmara denizi kat eder ve denizin kenarında zarif gümüş bir şamdan gibi duran Kız Kulesi’nin yanından boğaza doğru ilerlerken büyülenmiş gibi Ayasofya’nın minarelerini seyreden hayatında ikinci kez kaçacak ve kendini boğazın soğuk sularına bırakacaktır. Suda üşümüş bedeni zorlukla kulaç atarak o dönem cüzzam hastalarının karantinada tutulduğu kız kulesine kadar yüzebilecektir.
Gemi olayı fark eder, Alman konsolosluğuna haber verilir. Konsolos Kız Kulesinde karaya çıkmış Alman vatandaşı Karl’ın iade edilmesini talep eder. Konu sıradan bir göçmen olayı iken Sultan Abdülmecidin sadrazamı Mehmet Emin Âli Paşa tamamen şans eseri konuya kulak misafiri olur. Bu kulak misafirliği 13 yaşındaki korkusuz Karl’ın kaderi değişecektir.
Ali Paşa çocuğu çağırttırır ve neden böyle bir şey yaptığını sorar. O sorar, Karl anlatır. Gözyaşları içinde dinlediği Brandenburg’da bir yetimhanede başlayan Karl’ın hazin hikâyesi onu etkilemiştir. Âli Paşa beklenmedik bir şey yapar ve Karl’ı evlat edinir. Çocuk artık güvende olacaktır ve eğitiminden de bizzat kendi sorumludur.
Önce onun adını Mehmet Ali olarak değiştirir. Çocuk bir kaç ay sonra anadili gibi Türkçe konuşmaktadır. Âli Paşa üstün zekâsını fark ettiği çocuğu Harbiye’ye yazdırır. Mehmed Ali burada çok iyi bir eğitim alacak ve kendisine güvenen Âli Paşa’nın ne kadar haklı olduğunu herkese ispat edecektir.
Harbiye sonrası Mehmet Ali’nin önü açıktır, birbirini kovalayan yıllarda orduda sürekli rütbe alarak yükselir.
Yıllardan 1853’tür. Dönem Türklerin aldıkları ilk dış borçla gene borcu veren ülkeden silah alıp Ruslarla savaştıkları Kırım Savaşı dönemidir. Mehmet Ali genç yaşına rağmen ordunun en parlak genç komutanlarından biridir. Kırım savaşındaki büyük hizmetlerinin mükâfatı savaş sonrası Paşa, yani general rütbesiyle onurlandırılması olacaktır.
Mehmet Ali, 1877 yılında, Osmanlı’nın kullandığı Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiği için 93 harbi olarak anılan, Osmanlının ağır yenilgi aldığı Türk Rus savaşında Tuna cephesi komutanıdır. Tüm çabasına rağmen orduyu yenilgiden kurtaramayacaktır.
Mehmet Ali, 1878 yılında Berlin’de, Rusya ile yapılacak barışta Müşir yani mareşal unvanıyla Osmanlı hükümetini temsil eder. 13 yaşından sonra vatan bellediği Osmanlı’nın doğduğu topraklarda düştüğü durum çok ağrına gitmiştir.
Barış antlaşması sonrası yaklaşık 85 kilometre uzaktaki Brandenburg kasabasında kaldığı yetimhaneyi ziyaret eder. Bu ziyaret esnasında atlayarak kaçtığı pencerenin önünde gözyaşlarını tutamayacaktır.
Brandenburg’da fazla oyalanmaz çünkü en büyük kızı Leyla, hamiledir. Torun heyecanıyla Konstantinopolis’in yolunu tutar.
Kader onun Kız Kulesini tekrar görmesine izin vermeyecektir. Yolda, Kosova’da eşkıyalar tarafından katledilir ve naaşı ancak İstanbul’a ulaşabilir.
Dönemediği İstanbul’da onun acı haberiyle yıkılan Leyla doğurduğu kız çocuğuna Ayşe Celile adını verir. Ayşe Celile, büyüyecek ve Türkiye’nin ilk kadın ressamı olacaktır.
Ayşe Celile’nin doğuracağı çocuk ise Türk ve Dünya edebiyatında derin izler bırakacak Nazım Hikmet’tir. İşte bu duygularla ne zaman Moskova’da Novodeviçi mezarlığını ziyaret etsem ve misafirlerim Nazım Hikmetin mezarı önünde hatıra fotoğrafı çektirseler, onlarla boğazımda bir kaç düğümle bu kesişen hayatların hikâyesini anlatırım.
Rusya hakkında diğer yazılar için tıklayınız
Yazar: Serdar Nazım KÖLÜRBAŞI