Etiyopya Timkat sonrası Omo Vadisi
Seksen değişik kabilenin yaşadığı 80 milyonluk, fakir, ama gururlu ülke Etiyopya’da, bu kabilelerin en önemlileriyle tanışmak üzere Omo Vadisine doğru yola çıkma vakti gelmişti…
Sabah katıldığımız TIMKAT töreninin duygu yoğunluğunu üzerimizden atamamış ve kolay atacak gibi görünmüyorduk. Öyle farklı bir duygu seli, öyle farklı bir deneyimdi ki yaşadığımız, kelimelerle ifade edilebilecek gibi değildi, ancak yaşanırdı…
Jeepler hızla ilerlerken, Addis Ababa’dan uzaklaştıkça etrafta gelip geçen araçlar azalmış, artık tek bir araç bile görmeden sayısız yürüyen insanın arasından yolumuz devam eder duruma gelmiştik. Gerçekten inanılmaz bir manzaraya tanıklık ediyorduk, biz hariç herkes yürüyordu, ama işin komiği ne yol üzerinde ne de geçtiğimiz yerlerde tek bir yerleşim yeri göze çarpmıyordu.
Rehberimiz, bu yol boyunca yürüyen binlerce insanın, bir şehirden başka bir şehire, ya da iki kabile merkezi arasında herhangi bir ulaşım aracı olmadığı için bazen bir haftadan fazla bir süre dinlene dinlene yol almak zorunda kaldığını anlatıyordu. Son model arazi araçlarımızla tozu dumana katarak onların arasından geçip gidiyor olmak hüzünlüydü…
Evet, artık başkentte değildik. Gerçek kara Afrika, gerçek Etiyopya bizi bekliyordu.
Ülkenin fakir olduğunu gelmeden önce biliyorduk, ama fahişeliğin bedelinin 1 dolar olduğunu, ülkenin yüzde 4’ünün AIDS hastası olduğunu öğrenmek, başkent hariç tüm halkın bildiğiniz saman çatılı kabile evlerinde yaşadığını görmek, ortalama yaşam süresinin 40 yıl olduğunu duymak, fakirliğin tanımıyla ilgili kendimizi sorgulamaya itmişti bizi.
Bu duygu yoğunluğu içinde ilk ziyaret edeceğimiz kabile olan Konso’nun köylerinden birine gelip, Jeeplerimiz yavaşladığında etrafımız yüzlerce insan tarafından sarılmıştı bile. Genci yaşlısı toplanan yüzlerce insan “Faranji”, “Faranji”, diye bağırıyor araçlarımızı elleyip bize dokunmaya çalışıyordu.
Faranji, yabancı demekmiş, turist anlamında kullanılıyormuş, rehberimiz yerel dilde bir kaç cümle söyleyince ve köyün reisi de bizi rahatsız etmemeleri için bağırınca etrafımızdakiler biraz sakinleştiler. Köyü kabile reisi ile gezmeye başladığımızda fark ettik ki, herkesin arkasında biri var ve çekilen fotoğrafları sayıyor.
Bundan sadece bir kaç yıl önce ilk turistler gelmeye başladığında fotoğraf çektirmekten, ruhlarını resme hapsedeceğini inandıkları için korkan halkın kısa sürede bunu bir kazanç kapısına çevirmesi ilginç. Ayrıca sürekli çektiğiniz fotoğrafları sayan biriyle gezmek de pek keyifli sayılmaz. Yanınızdaki gezen kabile üyesi için ise sessiz dijital makinelerle çekilen fotoğrafları saymak çok zor, bu yüzden sizden ortalama bir para talep ediyorlar. Omo vadisindeki fakirlik o kadar vahim ki size hediyelik ve ya hatıra olarak satacak hiç bir şeyleri olmadığından onlarca foto için istedikleri bir kaç doları vermek sizi rahatsız etmiyor.
Unesco’nun 2011 yılında koruma altına aldığı bu kabilede köyün şefi, derme çatma taş evleri gezdiriyor bize. Kimisinin içinde çıplak çocuklar oynuyor, kimisinin önünde yaşlılar sohbet ediyor, ama istisnasız hepsi, sizi fark eder etmez yanınıza geliyor, elbiselerinize dokunuyor, kadınlar grubumuzdaki kadınların parmaklarındaki ojeleri inceliyor, takı ve toka alışverişi başlıyor, bebekler kucaklarımızda bizimle selfi çektiriyorlar…
Utangaç bir çocuk yanımdaki şapkayı ona verince bana çalı dallarından yaptığı arabayı ve çamurdan ev maketini hediye ediyor, karşılığında para kabul etmiyor, boğazıma bir şeyler düğümleniyor, ağlayamıyorum…
Yazar: Serdar Nazım KÖLÜRBAŞI